23 Aralık 2010 Perşembe

Olimpik Hamsi



EYOF - Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları

EYOF Hakkında
Avrupa Olimpiyat Komitesi'nin (EOC) organizasyonu olan ve Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları olarak da adlandırılan EYOF 2011, Türkiye'nin olimpiyat düzeyinde düzenlediği ilk spor organizasyonu olacak.
Yani, Cumhuriyet tarihinde olimpiyat bayrağı ilk olarak Trabzon'da dalgalanacak.
EYOF TARİHÇESİ
EYOF ilk kez 1987'de Hollanda Milli Olimpiyat Komitesi'nin 75. Kuruluş kutlamaları için düzenlendi.
Organizasyona 5 ülke katıldı. Tek gün süren bir Cumartesi yarışmasıydı. Yarışma olumlu karşılandı ve AB ülkelerinde yapılması tartışıldı.
Roma toplantısında Oyunların IOC patronajında düzenlenmesine karar verildi. 32 ülkenin katılımı ile Avrupa Olimpik Gençlik Yaz Festivali (EYOF) organize olarak 1991 yılında Brüksel'de Avrupa Olimpik Gençlik Günleri adı altında yapıldı.
EYOF'un fikir babası, o zamanlar Avrupa Olimpiyatlar Komitesi (EOC) Başkanı olan ve halen Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanlığını yürüten Jacques Rogge'dur.
1991'de ilk kış oyunları yapıldı. O tarihten bu yana organizasyon Yaz ve Kış Festivalleri olarak gerçekleştiriliyor.
EYOF'A 17 yaş ve altı sporcular katılabiliyor.
Avrupa'daki genç sporcuları dostluk, Fair-Play, hoşgörü, barış ruhuyla bir araya getirmek amacıyla planlanan EYOF sonraki yıllarda meyvelerini vermeye başladı.
Şampiyonaya katılan sporcuların birçoğu daha sonra katıldıkları Olimpiyat Oyunları'nda isimlerini duyururken bazıları ise ülkelerine olimpiyat madalyaları ile döndüler.

 TRABZONUN EYOF SÜRECİ

Türkiye'nin EYOF yolculuğu Gençlik ve Spor Genel müdürü Mehmet Atalay'ın konuyu ilk defa Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı Togay Bayatlı'ya açmasıyla başladı. Trabzon'daki tesisler tek tek gezilerek organizasyona aday olabileceğimiz sonucuna varıldı ve adaylık süreci bu şekilde başlamış oldu. Trabzon'un adaylık başvuru dosyası tamamlanarak 28 Ekim 2005 tarihinde Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği'ne (EOC) sunuldu.
EOC Genel Kurulu 3 Aralık 2005 tarihinde Trabzon'un adaylığını onayladı. Diğer aday kentler; Herning (Danimarka), Utrecth (Hollanda), Cenova (İtalya) ve Riga (Letonya) oldular.
Trabzon 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları (EYOF) adaylığımız çerçevesinde, İrlanda olimpiyat komitesi genel sekreteri Dermot Sherlock ile Sırbistan Olimpiyat Komitesi Genel Sekreteri Predrag Manajlovic'den oluşan Avrupa Olimpiyat Komiteleri birliği (EOC) tarafından görevlendirilen EYOF 2011 Değerlendirme Komisyonu,13-15 Eylül 2006 tarihlerinde Trabzon'u ziyaret ederek incelemelerde bulundu.
Trabzon'un 2011 yılı için aday olduğu Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları için Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği'nin (EOC) 08-10 Aralık 2006 tarihleri arasında Brüksel'de yaptığı genel kurulda EYOF'a ev sahipliği yapacak kenti TRABZON olarak belirledi. Dört rakip şehirle yarışan Trabzon, Brüksel'de 4.turda mutlu sona ulaştı. İlk turda 18 oy alan Türkiye, en fazla oyu alan ülke olurken, Letonya (Riga) ilk elenen ülke oldu. İkinci turda Danimarka (Herning), İtalya (Cenova) elenen diğer ülkeler oldu. Dördüncü ve son turda Hollanda (Utrecth) ile finale kalan Türkiye, 28'e 18 oy alarak EYOF'a ev sahipliği yapacak ülke oldu.
TRABZON'UN EYOF'A EV SAHİPLİĞİ YAPMA HAKKINI KAZANMA SÜRECİ ŞÖYLE GELİŞTİ:
9 Eylül 2005 - Trabzon 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları'na resmen talip oldu.
28 Ekim 2005 - Trabzon adaylık başvurusu dosyasını tamamlayarak EOC'ye sundu.
3 Aralık 2005 - EOC Genel Kurulu Trabzon'un adaylığını onayladı.
13-15 Eylül 2006 - 2011 Değerlendirme Komisyonu Trabzon'u ziyaret ederek incelemelerde bulundu.
13 Aralık 2005 - Trabzon'un 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları'na ev sahipliği yapmak için yaptığı başvuru kabul edildi.
30 Mayıs  2006 - 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları adaylık toplantısı Trabzon'da yapıldı.
14 Eylül 2006 - 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları Yönetim Kurulu Toplantısı, Trabzon'da yapıldı.
9 Aralık 2006 - Brüksel'de organize edilen Avrupa Olimpiyat Komiteleri (EOC), Genel Kurulu Toplantısında yapılan oylamada, Trabzon 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları'nı düzenlenmek üzere seçildi.
6 Mayıs 2007 - EOC, TMOK ve Trabzon yetkilileri arasında Trabzon'da Ev Sahibi Kent Sözleşmesi imzalandı.
30 Kasım  - 1 Aralık 2007 - İspanya'nın Valencia şehrinde yapılan EOC Genel Kurul Toplantısında 2011 Trabzon EYOF Organizasyon Komitesi Gelişim Raporu sundu.
28-29 Nisan 2008 - EYOF Koordinasyon Komisyonu Trabzon'a ilk ziyaretini gerçekleştirdi.
21-22 Kasım 2008 - İstanbul'da yapılan EOC Genel Kurul Toplantısında 2011 Trabzon EYOF Organizasyon Komitesi Gelişim Raporu sundu.
1 Ağustos 2009 - 2011 Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları'na ev sahipliği yapacak olan Trabzon'un olimpiyat kenti olduğu tescillendi. Trabzon Belediyesi önünde yapılan törenlerin ardından olimpiyat bayrağı göndere çekilirken büyük coşku yaşandı.

22 Aralık 2010 Çarşamba

70 Yaşında Taraftar !

70. yılımızı bir söyleşi ile kutluyoruz. Herşeyi kulüpten beklememek lazım, taraftar kendi organizasyonunu kendi yapıyor:

---
22 ARALIK 2010 ÇARŞAMBA / SAAT: 18.30
MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI EĞİTİM SALONU


Adres: Selanik Cad. 19/7, Yeşim Apt. Kat. 3 Kızılay Ankara
---

Konuşmacılar:

Metin Gören (Adana Futbolu kitabı yazarlarından, gazeteci)

Akif Kurtuluş (Spor Yazarı-Avukat)

Adem Tel (Adana Demirspor Taraftarlar Derneği-Şimşekler Grubu liderlerinden)

Cem Papila (Eski Hakem)

---

"2010 yılı biterken Adana Demirspor da 70. yaşını kutluyor. 1940 yılında kamusal bir amaç etrafında örgütlenen Demirspor geleneğinin yaşayan en önemli parçası olan Adana Demirspor, bu önemli sene-i devriyesini üstten üçüncü ligde kutlasa da, taraftarları için sahada olan bitenden daha fazla bir anlam taşıyor.

Demiryolları işçileri ve çalışanlarının kurup, Çukurova’dan memleket sathına ulaşan başarıların sahibi olan Adana Demirspor, futbol kültürümüzün en önemli simgelerinden biri durumunda. Memleket futbolunun emekleme döneminde, sistematik futbol anlayışını yöresinde ilk kez uygulayan ve bir çok kulübe bu konuda rehberlik eden Adana Demirspor, Türkiye milli liginde Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında temsil edilme başarısını gösteren ilk takım olma ünvanını taşıyor. Yöresinde uzun yıllar şampiyonluğu kimseye kaptırmadıktan sonra, sınırları zorlayıp ulusal çapta da başarısını kanıtlamış bir takım. Önce Türkiye üçüncülüğü ve ardında 1953-54 sezonunda Türkiye Şampiyonu olan ve 1960’da da birinci lige kabul edilen Adana Demirspor, iletişim ve ulaşım imkanlarının sınırlı olduğu dönemlerde uluslararası temaslar kurmuş, yabancı takımları Adana’da konuk etmiş ve başka ülkelere davet edilmiş bir takım. Büyük takımların korkulu rüyası olmuş bir deplasman, bir futbol kültürünün taşıyıcısı…

1994’ten bu yana liglerin en üst kademesinden ve futboluyla korku salmaktan uzak olsa da, tribünleri ve taraftarları ile her zaman seviyenin en üstünde olmuş bir camia… Yıllardır alt liglerde oynamasına rağmen, her zaman önemli bir kitleyi peşinden sürükleyen Demirspor, hem içeride hem dışarıda taraftar desteğinden mahrum kalmaz. Tribünlerinin son yıllardaki gelişimiyle, önce yöresinde ardından yurt çapında örnek alınan, yolundan gidilen Adana Demirspor’un taraftarları, İtalya’da düzenlenen Irkçılık Karşıtı Dünya Kupası’na katılarak, bu organizasyona Türkiye’den ilk katılımı gerçekleştirdi; ardından yine muhalif niteliğiyle tanınan İtalya’nın Livorno takımını Adana’da konuk etti. Manidar sloganları, isyankar marşları, tribün şovları ile artık Demirspor taraftarı, kulübün bulunduğu sınırların çok ötesinde bir güç olmuş durumda.

Adana Demirspor’un 70. yaşını da kulübün değil taraftarın kutlaması daha manidar olacaktır. 70 yıllık çınar, onu geleceğe taşıyacak gençlerin omzunda bir asrı devirecek.

“Adana Demirspor 70 yaşında!” söyleşisi, Adana Futbolu kitabı editörlerinden Yavuz Yıldırım’ın moderatörlüğünde, Adana Futbolu kitabı yazarlarından gazeteci Metin Gören, avukat-spor yazarı Akif Kurtuluş ve Adana Demirspor Taraftarlar Derneği ve Şimşekler Grubu’ndan Adem Tel’in katılımı ile, memleket futbolunda Adana Demirspor’un yeri ve önemi, tribün kültürünün futbol ve gündelik yaşam üzerindeki etkisi ile, endüstriyelleşen futbolda yaratılacak kaçış hatlarını konu edinmeyi amaçlıyor…"

Şehrin Asi Çocukları

Demiryolları, tarihin hiçbir döneminde sıradan bir ulaşım aracı olmadı. Kimine gore medeniyetin sembolüydü, kimine gore komünizmin simgesi. Demiryolları; işçileri ve kurucularıyla bitmeyen bir devre imza atarken, burjuvaziyi futbol sahalarından uzaklaştırarak bugün çoğu ‘futbolseverin’ yapmak istediğini 150 yıl önce başardılar.

Futbol, 1840’larda İngiliz kolej öğrencilerinin ve burjuvazinin hegamonyasından çıkmaya başlarken onlar devreye girdiler. Önceleri sadece bu güzel oyunu seyretmekle yetinmek zorunda kaldılar. Cumartesi öğleden sonralarının işçiler için tatil ilan edilmesiyle nihayet gerçek anlamda futbol oynamaya başladılar. Bu oyunda artık onlar da vardı fakat ellerindekiyle yetinmeye hiç niyetli değillerdi. Kolej takımlarında burjuvazinin arasına sızmak onlara göre değildi.

1870’lerde kulüpleşme kültürünün başlamasıyla demiryolu işçileri kendi takımlarını kurdular. Manchester United’ın, Lokomotif Moskova vs kulüplerinin temellerini attılar. Artık oyunun sadece jönü değil, yönetmeniydiler de aynı zamanda. Onlar futbol oynamanın zevkini gittikleri her yerde diğer insanlara da aşıladılar. Örneğin Arjantin’e giden İngiliz demiryolu işçileri 1867’de İngiliz denizcileriyle Arjantin’in bilinen ilk futbol maçını oynadılar. Uruguay tarihinin ikinci futbol takımı da, 1862 yılında yine onlar tarafından kuruldu.

Futbol öyle bir noktaya geldi ki, sadece oynayana değil kendisini izleyen yüzlerce insana da hizmet eder oldu. Oyun artık insanları peşinden sürükleyen bir tutkuya dönüşmüştü. İnsanlar futbola o kadar bağlanmışlardı ki, tuttukları takımı mekan ayırd etmeksizin her yerde izlemek istiyorlar. Dünyanın yeni tanıştığı bu taraftarlık olgusu yine demiryolu çalışanlarının emeğiyle oluştu. Onların inşaa ettiği demiryolları sayesinde artık yüzbinler istedikleri takımın peşinden maçlara gidebiliyorlardı. 1897’de sadece 100 kişi İskoçya’dan İngiltere’ye futbol maçı izlemek için giderken 1901'de Tottenham Hotspur ile Sheffield United arasında oynanan FA Kupası'nı seyirci rekoru kırılarak 114 bin kişi izledi.

Demiryoluyla seyahat, otobüse göre daha ucuz ve konforluydu. Bu sebeple, Manchester Old Trafford’a, Arsenal Highbury’ye, Chelsea Stamford Bridge’e taşındılar ki bu stadların hepsi tren garlarının yanı başındaydı. Bugün de, UEFA bir şehre ya da ülkeye önemli bir futbol organizasyonu yapma yetkisi verirken, stadların metro istasyonlarına yakın olması konusuna dikkat etmektedir. Demiryolu işçilerinin belki de futbola en büyük katkıları dolaylı ‘yol’dan oldu.

Türkiye’de 1940’lı yıllarda yayınlanan, “500'den fazla işçi ve memur çalıştıran kurumlar spor kulübü kuracak” talimatıyla 38 demiryolu kulübü kuruldu. Ancak ne yazık ki, bugün çoğunun akıbetinin ne olduğunu öğrenmek bile neredeyse imkansız. Türkiye’de kapitalizm sadece demiryollarını değil, demiryolu takımlarını ele geçireli uzun zaman oldu.

Demiryolu takımlarından en çok bilinen ve en çok taraftara sahip olan Adana Demirspor’u bile medya, 2008 yılında Trabzonspor’la oynadıkları Türkiye Kupası maçıyla hatırladı. Oysa onlar farklı duruşlarıyla, her ne koşulda olursa olsun dolu tribünleriyle çok daha fazlasını hak ediyorlar. Yıllar önce takımlarında forma giyen Arnavut oyuncuları Arnavutoviç ve Zijad için yaptırdıkları “Tebe Volimo” pankartını tekrar hayata döndürerek ne kadar vefalı olduklarını, “Lokomotif” pankartıyla geldikleri yeri unutmadıklarını gösteriyorlar. Ve onlar düzene karşı verdikleri bu savaşta kendilerini “Şehrin Asi Çocukları” olarak adlandırıyorlar.

"Will" Bir Futbol Hikayesi

Liverpool'un 2005 yılında İstanbul'da Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kazanmasına tanıklık eden 11 yaşındaki "Will".

Liverpool hayranı 11 yaşındaki Will yetimhanede büyümektedir. Bir gün kayıp babası ansızın Liverpool'un 2005 yılında İstanbul'da oynayacağı Şampiyonlar Ligi final biletleri ile çıkagelir. Ancak babası aniden ölür. Yolculuğa tek başına çıkmaya karar veren Will, yetimhaneden kaçar ve Paris'te eski bir futbolcu olan Bosna'lı Alek ile tanışır. Will'den çok etkilenen Alek, onun yolculuğuna katılır. Bu arada aranmakta olan küçük kaçak TV haberlerine konu olmaktadır. İstanbul'a gelmeyi başaran ikiliyi stadyumda İngiltere'nin ünlü futbol efsanesi Kenny Dalglish ve Türkiye'nin başarılı teknik direktörü Mustafa Denizli karşılar.

İşte bu dramatik finali izleyebilmek için Londra'dan yola çıkan küçük Will'i, Perry Eggleton canlandırıyor. Filmde Kristian Kiehling, Damien Lewis ve Bob Hoskins yer alıyor. Liverpool Spor Kulübü'nün desteklediği filmin final sahnesi ise efsanevi Liverpool oyuncusu Kenny Dalglish ve ünlü teknik direktör Mustafa Denizli'yi buluşturuyor. İngiliz işçi sınıfının takımı olarak bilinen Liverpool'un küçük taraftarının öyküsünün anlatıldığı filmin setinde de emekçi hakları sonuna kadar korunuyor. İngiltere'de çocukların 4 saatten fazla çalışması yasak olduğu için başrol oyuncusunun 2 dublörü var. 10 yaşındaki Jude Wright ve 12 yaşındaki Mitchel Davis dublörlük yapmak için İngiltere'den gelmiş. Will'i canlandıran Perry Eggleton, derslerinden geri kalmaması için İngiltere'den gelen öğretmeninin refakatinde karavanında ders çalışıyor.

Not : An itibari ile filmin çekimleri tamamlanmış. 2011 yılında Türkiye'de vizyona girmesi bekleniyor...

Futbol Sokak Arasında Başlar..!

1. Iyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilirdi.

2. Maçlar minyatür kalede oynanıyorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu.

3. Maçların hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler iki taş ile işaretlenirdi.

4. Hava kararınca, ezan okununca, anne-baba çağırınca maç biterdi.

5. Uç korner bir penaltıydı.

6. Topu patlatan parasını öder, patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı.

7. `Frikiklerde açıl biraz` denince `Burası Ali Sami Yen mi` şeklinde cevap verilirdi.

8. Takımlar kurulurken ilk oyuncuyu seçme hakkı, adım almayı iyi bilenindi.

9. Kaleci topu 3 kere sektirirse rakibe `Açılsana 3 kere sektirdim` derdi, rakip açılırdı; efendilik vardı.

10. Top insanın pek münasip olmayan bir tarafına gelirse herkes `işe işe!` diye bağırırdı.

11. Penaltılarda kaleci değiştirilirse 2 penaltı atılırdı. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı.

12. Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip kınanırdı.

13. Tanju, Rıdvan, Metin, Ali, Feyyaz, Hagi, Hakan, Hami gibi dönemin popüler futbolcularının adı alınırdı.

14. Topun sahibi tüm kuralları koyar, takımı kurar, kaleyi seçer, istemediği kişileri topuyla oynatmazdı.

15. Klişe laflar vardı: `At bakayim abinin kıllı göğsüne!`

16. Elin avantajı olmazdı.

17. Bel üstü gol sayılmazdı.

18. Taçtan kendi önüne atıp başlatılınca, taç değişirdi.

19. Maçı izleyen küçük bir grup varsa, penaltı olup olmadığına o karar verirdi, saygı vardı.

20. Maçlarda eğer iddia varsa ödüller genel olarak Algida Max, eskimo, meybuz, 2,5 litrelik kola bici bici vb. ürünlerden oluşurdu.

21. Pas vermeden sadece çalım atarak gol atılırsa sayılmazdı.

22. Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin koca bir zıplayışının akabinde 3 koca adım atmasıyla belirlenirdi... Büyük atılan adıma karşılık olarak rakip takım "sen tuvalete de mi böyle gidiyon?" diyerek ortalığı kızıştırırdı.

23. Top, oyun alanı içerisindeki herhangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Topu ilk kim kaparsa o takımda başlardı.

24. Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse rakip takım direk o kişiyi yüceltip "adamın gol diyo" diyerek golü alırlardı. Golü kabullenen kişi de kaleye veya defansa alınırdı.

25. Varsa hakeme yapılan en dolu dizgin hakaret: "hakeme gözlük, eline de sözlük" tü.

26. Oynayacakların sayısı eğer tek ise, güçsüzlerden biri devre değiştirerek gönlü alınırdı.

27. Sabit bir kaleci yoksa 2 golde bir veya dakika usulü oyuncular aralarında değişirdi. Kalecilik sırası "Sonum bir Allah" diye kim başlarsa o kişiden geriye sayılırdı.

28. Eğer bir oyuncu faule maruz kalmışsa ama devam etmek istiyorsa, rakip futbolculardan birinin yürümesini dahi bahane ederek: "Adamın devam ediyor." derdi.

29. Milli birlik ve beraberliğimiz mahalle maçlarında başlamıştır. Önce maçlar yapılır... Centilmenlik skora yansımazsa sopalar, taşlar konuşurdu.

30. Atan alır spor vardı. Eğer top kime çarpıp çıkmışsa topun gittiği yer neresi olursa olsun koşa koşa gidip alırdı.

31. Mahallenin abileri kaleci alıştırırlardı ve buna göre puan verirlerdi.

32. Skor ne olursa olsun akşam!? saati yaklaştığında "Golü atan kazanır." kuralı işlerdi.

33. Maçlardan sonra su sırasına girmek ayrı bir davaydı ve mutlaka koşa koşa gidilirdi. Genellikle yaşlı amca veya teyzeler, zemin katta oturanlar veya parkın bekçisi bu işin acımasız kurbanlarıydı.

34. El kasti değilse o top direkt kaleye kullanılmaz, "kasti değilki oğlum, gol olmaz." denirdi...

35. Eğer kaleci dahil herkes çalımlanmışsa; o top çizgiye kadar götürülür ya popo dürtmesi yada yere yatıp kafa, burun, alın gibi vucut kısımlarının dürtmesi ile gol atılırdı.

36. Kalecinin degajla gol atabilmesi bir yetenekti fakat gene de gol sayılmazdı. Karşılıklı atışmaların sonunda yoldan geçen herhangi biri hakem yapılırdı ve sonuca o karar verirdi.

37. Para o zamanlar kolay bulunmadığından maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı,kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi.

38.Kaleler taştan olduğu için atılan şut önce defansa çarpıp sonra taşın üstünden geçtiyse şutu atan takım gooll diye yaygara çıkarırdı.Rakip takımın gol değil kale üstü cevabına,gol yoksa korner o zaman ver topu diyerek racon kesilirdi.


90'ları görüp yaşayıpta futbola hayran olmamak mümkünmü.Yukarıda her ne yazıyorsa madde madde abartısız bir şekilde herşey yaşandı o yıllarda.İlkokul ve ortaokul çağları.O kadar saf ve bir o kadarda kurnazlıkla sevdik futbolu.Kendi terimlerimiz ve kendi kurallarımızıda koyup kendi futbolumuzu yani tabirimizle MAHALLE MAÇLARIMIZI oynadık.Gönül bir yandan istiyor aslında keşke teknoloji gelişmeseydi keşke futbola bu kadar para hırsı ve bu kadar rant girmeseydi.Çünkü tepede ne yaşandıysa mahalle maçlarınada yani o saf futbolada herşey yansıdı.Ve yeni bir yüzyıla başladığımız 2000'lerin başında o kimlik bir anda kabuk değiştirdi ve yeni neslin büyük teknoloji ve etiket merakıyla silindi gitti.Ama olsun çocukluğunu doya doya hiçbir anını boş geçirmemiş birisi olarak yazmak istedim..FUTBOL SOKAK ARASINDA BAŞLAR DİYENLERE GELSİN......

21 Aralık 2010 Salı

Westham - Millwall Gerçeği

Hep söyleriz üzerinde futbol yazan her taşın altından mutlaka bir İngiliz çıkar diye. Futbolu icat edenlerin Dünyanın dört bir yanında topun oyuna girmesine yardımcı olmalarını ise sömürgeci kimliklerinin bir sonucu olarak açıklayabiliriz ancak... Eğer günün birinde futbolun ulema sınıfı oluşturulacak olsaydı bu mutlaka İngiliz bilgelerden oluşan bir topluluk olurdu. Zira oyunun tarihine bu kadar etki eden insanlar için bilgelik mertebesi olağan bir sonuçtur...

Tüm bu sebeplerden dolayı literatüre giren deyişlerin hemen hepsi de İngilizlere aittir. Tıpkı Derby sözcüğü gibi. Ortaçağ İngilteresinin Derbyshire bölgesinde iki düşman mahallenin birbiriyle olan rekabetine Derby rekabeti denmiş ve zamanla İngiltereye daha sonra da tüm Dünyaya bildiğimiz anlamda yayılmış. Yani derbinin de mucidi İngilizler.

Hal böyle olunca derbi enflasyonuda bu ülkede çok yüksek. Sadece başkent Londrada onlarca derbi mevcut: Kuzeyde Tottenham-Arsenal, Batıda Chelsea-Fulham en çok bilinen ve Premiership dahilinde gözde Londra derbileridir. Bunların dışında biri, belki en az bilinenlerinden biri... Londra sokaklarını yıllarca terör ortamında tutan tutkulu ama kanlı, sevda dolu ama vahşi bir mücadele... ikisinin ismi yanyana geldiğinde bir çok insanda dehşet ifadesine neden olan İngilterenin en eski derbisi: Millwall F.C-West Ham United...



Aslında çoğu insan onları Green Street Hooligans isimli sinema filmiyle tanıdı. West Ham taraftarının gözünden anlatılan bu film esasen çok sığ bir anlatımla ağırlıklı olarak kavga ve dövüş üzerine kurulu.

Evet filmde gözükenler gerçek hayatta varolan şeyler ama Greens Street dendiğinde insanların akıllarına sadece bu film ve filmde anlatılan taraftar grubu geliyor. Yani Green Streetin West Hamın sahası Boleyn Groundun(Upton park) hemen arkasında olayların sürekli cereyan ettiği uzun caddeye dendiğini, bu caddenin de ismini saha ilk kiralandığında orada bulunan daha sonra stad yapımı için yıkılan Green Street House adlı okuldan aldığı anlatılmamış.

Anlatılmayanların en önemlisi de Millwalldan neden nefret ettikleri... 20li yaşlardaki gençlerin ellerinde biralarla yaptıkları kavgaların aslında 20. yüzyılın en başlarında Güney Doğu Londranın tersaneler bölgesindeki çekiç seslerinin bir anda susmasına dayandığını, hikayenin kökenlerinin çok daha kuvvetli olduğunu hatta Derbi sözünü bugün aynı isimle oynanan birçok endüstriyel spor yanlısı, para makinası gözüyle bakılan safsata mücadelelerden çok daha fazla hakettiğini de anlatmalılarmış. Çünkü temelsiz bir bina gibi salt bir şiddet mücadelesi olmadığı, şiddetin dahi bir sebebinin olduğunu gösteren bir rekabet bu.

İngilterenin bir çok kulübünün kuruluşuna rehberlik eden işçi sınıfı da bu filmin başrol oyuncuları...
1900lerin hemen başında Güney Doğu Londranın fakir semtlerinde ikamet edenlerin çoğunluğu bölgedeki tersanelerde çalışıyorlardı. Bu tersanelerden birbirlerine rakip olan en büyük iki tanesi Thames Iron Works ve Millwall Iron works idi. Bu iki firma en büyük gemileri üretmeleriyle ünlemişlerdi ve en çok işçi sayısına sahip firmalardı. Dolayısıyla aralarında oluşan rekabet şirketlerden çok işçilerin rebaketiydi.

Dönemin getirdiği ekonomik güçlükler, olayı sosyolojik olarak ele alan işçi gruplarına dönüştürmüştü. O dönemlerde futbol sahaları henüz savaş meydanı olarak kullanılmadığından onlar mahalle aralarını, sokakları, parkları mesken tutmuşlar... Aslında ikisini birbirinden ayıran unsurlar çok daha fazla ve işin futbol yönü sadece modern dönemde kendilerini ıspat için kullanılan bir gereç...



Biz yine de topa bakalım. Millwall F.Cnin kafakağıdında 1885 yazıyor. Londranın doğusunda Thames nehrinin hemen kenarında Isle of dogs denilen yerde kurulmuş. Kulübün kurucuları James Morton isimli bir demir tüccarının Millwall tersanesinde açtığı konserve yiyecek firmasının çalışanları. İşçilerin tamamı olmasa da büyük çoğunluğu Morton gibi İskoçya vatandaşı. Kulübün ilk başkanı ise İrlandalı William Murray.

Kulübün ilk ismini bulundukları tersanenin isminden dem vurarak Millwall Rovers olarak belirlemişler. Renkleri de mavi ve beyaz... İlk yıllarında tersaneciler olarak anılan kulüp 1900 yılında F.A Cup yarı finaline yükseldiğinde aramasına bir aslan eklemiş ve o tarihten sonra da The Lions& yani aslanlar olarak anılmışlar. Kulübün mottosu da tam taraftarlarının ruh halini yansıtan We Fear No Foe&(hiç bir düşmandan korkmuyoruz) aslında bu söz çok doğru. Çünkü Millwall kendi taraftarları dışında herkesin nefret ettiği bir kulüp. Yani çok fazla düşmanı var.

West Ham United ise 1895 yılında Thames Ironworks F.C ismiyle bu tersanenin işçileri tarafından kurulmuş. Kulüp 1900 yılına kadar bu isimle kalmış, şu anki stadları Upton Parka taşındıktan sonra ise mahallelerinin ismi olan West Ham United ismini almışlar. İşçilik köklerini ölümsüzleştirmek içinde amblemlerine çekiç eklemişler ve bu tarihten sonra da The hammers(çekiçler) olarak anılmışlar.

Upton parka taşınmalarının ardından ilk maçlarını ezeli rakip Millwall ile yapıp 3-0 kazanmışlar. 10.000 kişinin önünde oynanan bu karşılaşma Daily Mirrora da konu olmuş ve komşu mahallelerin maçını West Ham’ın kazandığını duyurmuş gazete...

O yıllarda gerçekten de iki komşu mahalle ve iki rakip şirketin işçilerinden öteye gitmeyen sakin bir rekabet halindelerdi. Millwall ve West Ham taraftarlarının kulüplerine olan sevgileri daha o tarihlerde parmakla gösterilecek kadar belirgindi. Çok kalabalıklardı ve bu sebepten dolayı oynadıkları maç saatleri dahi işçilerin çalışma saatlerine göre düzenleniyordu.

Milwall henüz efsane stadı The Dene taşınmadan önce maçlarını East Ferry Road isimli uzaktaki bir statta oynuyordu. Bu zor şartlara rağmen 1900lerin başında otuz kırk bin kişilik kitlelere oynadığı anlatılır efsane gibi. Yani bugün görülen tutku aslında yüzyıllık bir tarihe sahip. Dediğimiz gibi iki takımın da bu yıllarda Southern Leaguede karşılaştıkları maçlar çok kalabalık mahalle maçları gibi algılanıyordu ve rekabet tatlı kıvamındaydı henüz.



Günümüzdeki halini almasının miladı ise 1920 yılıdır. O yıl tersane patronlarının düştüğü ekonomik sıkıntılardan sebep işçilerin ücretlerini ödemekte zorlanmaya başlamaları sonucu tüm tersane işçileri birleşerek genel greve gitti.

Uzun yıllar boyunca rakip olan firma işçilerinin grev nedeniyle birleşmesi şaşkınlıkla karşılandı ama kararlılardı. Tersane patronlarıyla kıyasıya pazarlıklara girişildi. Sonuçlar beklenirken içlerinden bir grup gizliden gizliye görüştükleri patronlarıyla anlaşarak grevi bıraktı ve tekrar işbaşı yaptılar.

En kalabalık gruplardan biri olan ve çalışanlarının hemen hepsi Millwall taraftarı olan Millwall shipyard isimli bu şirket işçileri grev yanlısı çalışanların hedefi haline geldi. Tepki gösterenlerin içinde West Hamlıların oluşturduğu Thames Ironworks şirketi başı çekiyordu. Tepkilerini eyleme dönüştürmeye karar verdiler. Gruplar halinde işyerlerine giden Millwalllulara sistemli bir şekilde saldırılar başladı.



Karşılık vermekte gecikmeyen Millwall çalışanlarının 1921 yılının hemen başında Thames işçisi bir genci döverek öldürmeleri sonucu Güney Londra tarihinin en şiddetli mahalle savaşları başladı. İki rakip firmanın çalışanlarının sorunu bir anda ülke sorunu haline gelmişti. Olaylar güvenlik güçleri tarafından bastırıldı fakat iki tarafta o gün itibarıyla yıllarca sürecek nefret tohumlarını attılar topraklarına.

Bu durum bir kaç yıl daha münferit olaylarla devam ettiyse de hiç biri 1922 yılında West Hamın sahasında oynan East End Cup maçı kadar kanlı olmadı. Bu maçın iki yıl önce bir kaç ay süren mahalle savaşlarının devamı olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Çünkü iki takımda o mahallelerin simgesiydi. Upton park etrafında toplanan binlerce West Ham taraftarı ortaçağ Avrupasındaki savaşlar misali karşı yönden gelen ve yine sayıları binlerle ifade edilebilecek kadar çok Millwalllu ile işte bugün o ünlü Green Street olarak bildiğimiz cadde üzerinde çarpıştılar. Olaylar sonunda üç polis ve yedi taraftar hayatını kaybetti. Millwalllular o gün kazandıkları maçın değil, öldürülen beş West Ham taraftarının istatistiğini tutarlar bu gün hala...



İki Kulüp arasındaki tatlı rekabetin kanlı rekabete dönüştüğü bu tarihin ardından tüm maçları büyük olaylara sahne olmuştur. Ancak yıllar West Ham Unitedi sportif anlamda mutlu etmiş o dönemki adıyla 1.lig, F.A Cup ve Avrupa kupalarında kazandıkları başarıları Millwall tarafı uzaktan izleyebilmiştir. Bu durum uzunca süre aynı ligde mücadele edememelerine sebep olduğundan ender şekilde karşılaştıkları F.A cup maçları da büyük heyecanla beklenir olmuştu...

1950li yıllarda Millwall kulübünün sportif başarıya hasret kalmış olması ve bunun Güney Doğu Londranın fakir mahallelerindeki suç oranının yükselip, çeteleşmenin oluştuğu bir döneme denk gelmesi Millwall taraftarlarını da bu oluşumların içine soktu. Çeteleşip sürekli büyüyen suç makinaları haline geldiler. Bu sebepten birçok futbol kulübü taraftarlarını bu deplasmana getirmek istemedi.

Millwall taraftarları ise çok kalabalık şekilde gittikleri tüm deplamasmanlarda büyük olaylara neden oldular. İşte Millwallun İngilterede ismi her duyulduğunda insanların yüzünde dehşet ifadesi oluşmasına yol açan, halka göre; katiller, Londra polisine göre; baş belaları, Scotland Yarda göre; Avrupanın en tehlikeli taraftar oluşumu, Demir Lady Margaret Thatcher a göre ise hayvanlar olarak tabir edilen taraftar grubu Bushwackers da bu dönemde kurulmuştur. O tarihlerde başlıca görevleri gasp, adam yaralamak, hırsızlık, çetecilik gibi yukarda sayılan sıfatları hakeden işler olsa da daha sonraları Millwallun tribün gücünü oluşturarak 1980li yıllarda Britanyada baş gösteren Hooliganism kavramının öncüleri haline gelmişlerdir.



Grup gerçektende tüm Londrada adından korkuyla bahsedilen bir oluşumdur. Zaten mottoları da formalarının arkasına yazdıkları gibi No one likes us but we dont care dir.

Holigan kavramını tüm Dünyaya tanıtan Londranın East End bölgesinde yani hem West Hamın hem Millwallun doğum yeri olan bölgede yaşayan İrlandalı bir suç ailesidir. Dolayısıyla hem Millwall hemde West Ham taraftarları Holigan kavramının tam karşılığıdır. Yukarda bahsettiğimiz tribün terörü hareketinin West Ham temsilcileri ise Bushwackers kadar olmasa da yine şiddet kökenli ama zamanla çok daha fazla saygı duyulan ve Dünyada bir çok kulübün taraftar gruplarına bu ismi vermesine sebep olan efsanevi Inter City Firm ICFdir.

Grup Millwallla olan mücadelelerin savaşçı gücüdür. Green Street Holigans filminde ele alınan grup “Green Street Elite aslen ICFdir... Zaten Green Street Hooligans filminin aslı, yani fikir babası da 1988 yapımı Gary Oldmanin başrolünü oynadığı ve tamamen Inter City Firm ve West Ham taraftarlarını konu alan The Firm isimli filmdir.



Milwall ve West Ham 2003 yılında son buluşmalarından tam on yıl sonra Championship liginde bir araya geldiler. Upton Parkda oynanan ilk lig maçından önce çevre yerleşimlerden birinde buluşan iki gruba engel olmak isteyen güvenlik güçleri ve taraftarlar arasında yaşanan arbede sonucunda üç West Ham taraftarı hayatını kaybetti. Bushwackers 1922 yılında öldürülen beş West Ham taraftarıyla birlikte bu maçta ölenleri hesaba katarak üzerinde yazılı t-shirtler yaptırdılar. West Hamlılar ise 80 yıl önce ki grev olayında dem vurup katil işbirlikçiler pankartları açtılar.

Aslında aynı semtin, benzer tutkularla hayata sarılmış delikanlıları gibiler. Fakat hayata baktıkları pencerenin renkleri farklı. Daha da ötesi bir asır önce temelleri atılan nefret tohumlarının esaretinden kurtulamamış yada kurtulmak istemeyen nesilden nesile aktarılan bir düşmanlığın çocukları haline getirilmişler.

10 yaşını deviren her West Ham taraftarı çocuğa, babaları tarafından ICF efsanesinin anlatılması, Boleyn Groundda maç izleme tutkusunun ve aşağı mahalleli Millwall taraftarlarını bir gün ezebilme hayalinin empoze edilmesi vazgeçilmez bir gelenek...

Tıpkı Millwalllu gencin Chelsea deplasmanında babasıyla beraber omuz omuza çarpışması gibi. Birbirlerine çok yakın ama birbirlerinden ölesiye uzak iki mahallenin, iki halkın Güney Londranın ara sokaklarından tüm Dünyaya yayılan nefretinin hikayesi bu... East Ham metro istasyonunun hemen çıkışındaki telefon kulübesinin neden yıkık olduğu daha net anlaşılıyor şimdi. 20li yaşlarda ki gençlerin ellerinde biralarla yumruk yumruğa ölesiye kavga etmelerinin sebebi de...

Futbola ihanet eden adam Mutu!


Adrian Mutu 1979 yilinda , bir koy bolgesi olan Calinesti'de dunyaya geldiginde kimse onun bu derece buyuk bir fenomen olacagini dusunmemistir herhalde.Romanya futbolunun altin cagindan sonraki en buyuk yildiz olduguna dair hicbir suphe olmasa gerek.Yolu Turkiye'den gecmis ve gececek olan Mutu'nun futbol hayatina soyle bir bakalim.

1996 yilinda futbola gec denilecek bir yasta (17) baslayan Mutu dogdugu yerin takimi olan Arges Pitesti'yi hala gogsunde tasir..Rol model olarak kendine Hagi'yi ornek alan asi cocuk Pitesti'de kendini kabul ettirirken basarisi takima da yansir ve Uefa'ya katilirlar.Ilk maclarini 1998 yilinda deplasmanda Turkiye'de Istanbulspor'a karsi oynarlar.. hepinizin dikkatinden kactigina eminim.Video'ya bakalim o macta Pitesti'nin golunu kim atmis .Video'yu bulup yuklemek zor oldu biraz ama bence kacirmamalisiniz

http://www.dailymotion.com/video/xffy6y_adrian-mutu-istanbulspor-arges-pitesti_sport
Daha 18 yasinda o asiligi taraftari kizdirmasini gorebilirsiniz.Ustelik serbest vurusu kullanan takimin abisi Barbu gibi bir oyunculari varken.Bu Mutu'nun avrupadaki ilk goludur.Istanbulspor yasi 25'i gecmisler bilir o zamanlar Cem Uzan'in onderliginde flas transferlere ve sonuclara imza atiyordu.Ilk maci 4-2 kazanan Istanbulspor daha sonra Romanya'da Mutu'nun ve Barbu'nun gollerine engel olamayarak 2-0 maglup olarak elenir.O zaman Istanbulspor Genel Menajeri olan Adnan SEZGIN (suan Gs 2. Baskani)
150 bin Euro'ya alinabilecek bu adami begenmez.sanirim Mutu'nun kaderide burada degismis Adnan Sezgin�e bir tesekkur borclu hani.Bir yil sonra 600 bin Euro'ya Dinamo'ya transfer olan Mutu 33 macta attigi 22 golle Dinamo'yu hem kupa hem de lig sampiyonluguna tasir ve Cizme'nin yolunu tutar..

Italya macersi Inter ile baslayan "Fenomen" lakabli Mutu basariyi Verona ve Parma'da yakalayarak 2003 yilinda Abramovic tarafindan yaklasik 20 milyon Euro odenerek Chelsea'ye transfer olur.Chelsea'deki macerasi Mourinho'nun gelmesiyle degisen Mutu tum yeteneklerini,kariyerini bitirecek gune gelir.Kokain kullandigi icin 7 ay futboldan men cezasi alan Mutu cezasinin ardindan 2. Italya seferine cikar ve Juventus'a transfer olur.Kismen basarili sezon gecirsede sansizlik ve hatalar yakasina yapismistir bir kere.Juventus'un kume dusurulmesiyle Fiorentina'ya transfer olan "Fenomen" hepimizin yakindan tanidigi Luca Toni ile cok uyumlu bir ikili olarak 32 gol atarlar.Ama yaptigi hatalar pesini birakmaz.Mahkeme tarafindan klubun adini lekeledigi icin Chelsea klubune 17 milyon Euro odemeye mahkum edilen Mutu tipik Romen davranisiyla zayiflama haplarini antrenorlarindan habersiz kullaninca bu kez doping den 8 ay ceza alir ve neredeyse futbolu birakma noktasina gelir.